Olacak şey değil ,hem ahşap hem de 500 yıl ;
-Buna inanmamı bekleme Şamil usta. Nasıl olur da bu kadar uzun süre dayanabilir? Aklım almıyor, diyecek oldum.
Lalapaşa şadırvanında, ayazda abdest alan ve üşümeyen ihtiyarın hikayesine kısaca dem vurduktan sonra bir ah çekerek anlatmaya başladı.
-Kereste olarak kullanılacak olan ağaçlar dolunayda kesilirdi. Sen okuduğunu söylersin ya, de hele bunu hiç duydun mu? deyip sustu.
Şaşırmıştım. Ben de sustum. Neden sonra beni daha fazla utandırmamak için anlatısına devam etti.
-Baharda kesilecek olan ağaçların işaretlenmesi sırasında büyüme olmasın, öz yürüsün diye tepeleri makaslanır ancak kendileri kasım ayında karanlıkta, özellikle de dolunayda kesilir. Kasım ayı yaprak döküm zamanı… Ağacın suyunun çekilme zamanı… Karanlıkta… Özellikle dolunayda ağacın suyu çekilir ve ağaç sert olur. Lifli ağaçlar ay karanlığında kendini sıkar.
-Ağacı kestik tamam mı?
Elini havada döndürerek: “ ohooo” dedi. Ve devamen:
– Ağacı hemen takoza alacaksın. Topraktan teması kesilecek. Bir ya da bir buçuk ay öyle duracak. Gövdenin suyu kabukla gövde arasına dolacak ve sonra soyacaksın.
Bilinmemeye alışkın Şamil Usta, benim bakışlarımdan bilinir olmaya başladığını hissedince utandı. Gözlerini mes lastiklerine eğdi ve mendili ile yaşlarını sildi.
-Ya ben ne yapsa idim. Kalkıp nasırlı ellerini yakalasam ökelenip ağlayarak öpsemiyidim? Onu da yapamadım. Neden mi? Bilmem…
Şamil Usta benim toyluğumu, onun bilgeliğini etrafa sezdirmemek için olsa gerek hiçbir şey olmamış gibi devam etti.
– Soyulan ağacı şimdi kullanacağın boylamasına göre keseceksin. Ağacın gözenekleri olur. Bu gözeneklerde hava dolu olur. Bu havayı ağaçtan çıkarmazsan yerlerinde zaman sonra tozlaşma ve delikler olur.
-Havayı kurutarak mı çıkarmalıyız.
-Yok yok. Ağacı uzun süre su havuzunda bekleterek. Hava ile su yer değiştirir. Bu işlemin en uygun süresi iki yıldır. Ancak bir yılda yeter.
-Çok zaman kim bekler bu kadar ki…
-Sabır evlat sabır. dedi. Devam etti.
-Sonra ağacı kullanım amacına göre kalas, lata şeklinde biçeceksin, gölge bir yerde kaba toprak üzerine ızgara şeklinde yerden 50 cm yüksekte dizeceksin. Her sabah serininde bolca sulayacaksın. Bir yıl da öyle bekleteceksin.
-Şimdi bu işi hiç kimse yapamaz. İşveren kovar. dedim.
-Bin yıllık yapının yanında elli yıllıkların yıkılmasının sebebini hep sorardın ya… İşte bu, o soruna cevap olsun.
-Peki. Daha sonra…
-Ağacı ızgaradan alacaksın ve yıllanmış koyun gübresine gömeceksin. Bir yılda böyle kalacak. Şimdi işlenmeye hazır olan ağacı istediğin ölçülerde keserek işlemeye başlayabilirsin. Ha unutmadan ağacı uygun biçimde kestikten sonra bir kg badem yağına bir kg zeytinyağı karıştırarak sürmelisin.
Bu ağacı yumuşatarak sana kullanım kolaylığı sağlar. Bir de montajı yaptın mı, mesela kapı yapıyorsun, pencere yapıyorsun yerine takacaksın ve bir kg çam nefti ile bir kg ardıç katranının karışımını üzerine iki üç defa süreceksin. Tam 500 yıl bakım istemez…
İşte : Gâh yaradana kulluk için gittiğin Habib Efendi Camii’nde sırtını yasladığın yapı taşıyıcı direği olur, gâh Alvarlı Efe hazretleri gibi görklü hocaların hutbeye durdukları minber olur, gâh İbrahim Hakkılara vaaz kürsüsü, gâh Abdullah Efendi gibi sadasıyla harbe çağıran müezzin efendilere mahfel olur…
Ve yine : Gâh duvarı, zelzeleye karşı esneten hatıl olur, gâh namahreme setre olur kapı kanadında, gâh rızık ambarı, gâh yücelere götüren merdiven olur, gâh tandır damlarının kırlangıcı, gâh gökyüzünün bir yansıması olarak görülen tekne tavan geometrisinin oynaşmaları biçiminde bebeklerin huzur içinde oyumalarını kulaklarına masal tadında fısıldayan ses olur.
Ve İslami yapının cephesini şekillendiren ışığı-nuru iç mekânlara taşıyarak maddeyi anlamlı hale getiren pencere olur. Her ne kadar Şamil Usta’ya diyemesem de bari müsaadenizle size birkaç söz diyiverem şu pencereler hakkında… Belli bir düzen ve biçim ile dizilen pencereler, ritmik harekete işaret etmektedir. Dini yapılarda mekân içine kutsal nuru taşıyan pencereler, sivil yapılarda, özelliklede ikametgâhlarda, insan ruhunun özgürlüğünü sembol eder.
Sahra ortasına kurulan çadırlara bile pencereler açılır. Çünkü pencere öncelikle insan gönlünün nefesleneceği, insan ruhunun bulunduğu ortamdan uzaklara açılabileceği yegâne başlangıçtır. Bir pencere üzerinde duran çocuk, dudaklarındaki ince bir gülüşle genelde dışarıya sarkarak ya da pencere tabanı içinde dikilerek görülür. Çocuk bu haliyle geleceğe çevirmiştir bakışlarını ve ötelere gitmek ister, yerinde duramaz.
Umutlarını ilmek ilmek elindeki dantelaya işleyen ve yeni hayatlar için çeyiz hazırlayan gelinlik kızlarımız da genellikle pencere kenarında yerine getirirler bu görevlerini. Zaman zaman durup uzaklara dalan gözlerine ufuktan tebessüm eden güneşin ışığı dolar. Geleceğe doğru yüzünü dönmüş umuttur bu duruşun adı. Ve yine sedirler pencere kenarlarına yapılır eski Türk evlerinde.
O sedirlerde oturan yaşlılar ise kollarını pencere pervazlarına koyarak yorgun başlarını da kollarının üzerine bırakıp mazinin penceresinden, dönülmesi bir daha imkânsız günleri seyrederler hüzünlü gözlerle. Gidenlerin yolu, dönecekler diye hep pencerelerde gözlenir. Ve yapılan pencere, İslami yapıda kalp gözü olup açılmaktır; geleceğe, geçmişe, umutlara, hayata ve nihayet hakikate.