1. Anasayfa
  2. Kültür & Sanat

Dinsel bir sembol ; Ayna


Güzeli güzel, çirkini çirkin gösterir. Süslemez, yorum yapmaz. Genellikle gündüz bakılır. Geceleri bakılmaz. Çünkü ölümle korku arasında bir bağı çağrıştırır.

Üzerine düşen görüntüyü olduğu gibi yansıtan bir nesnedir. O, yalan söylemez. Kendisine ne verilmişse onu aynen iade eder. Güzeli güzel, çirkini çirkin gösterir. Süslemez, yorum yapmaz. Genellikle gündüz bakılır. Geceleri bakılmaz. Çünkü ölümle korku arasında bir bağı çağrıştırır.

Böylesi birçok özelliğinden dolayı ayna gizemli ve estetik bir öge olarak sürekli insanın gündelik hayatında yer almıştır. İlkel veya uygar birçok toplumda insan beğenilme duygusunu bu araç sayesinde doyuma ulaştırmıştır. Özgüven ve heyecan veren bu fenomen, birçok toplumda güç, şans ve samimiyet aracı olarak ifade bulmuştur. O, kişinin kendisini, dostlarını ve çevresini kabullenmesine aracılık etmiştir.

Alman Grim Kardeşler tarafından yazılan bir halk masalı olan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’de kötü kalpli cadı, her gün sihirli aynanın karşısına geçer ve şu cümleyi tekrar eder: “Ayna, ayna! Söyle bana. Bu dünyanın en güzeli kim, var mı benden güzeli?” Ayna sen, cevabını verir. Aslında bu doğru cevaptır. Çünkü henüz Pamuk Prenses yoktur. Fakat Pamuk Prenses büyüyüp güzel bir kız olunca ayna, cadıya hoşlanmayacağı başka bir doğruyu söyler. Dünyada en güzeli Pamuk Prenses’tir.

Cadı, bu cevaptan hoşlanmaz ve kızı öldürmeye çalışır. Fakat her masalın sonunda olduğu gibi kötüler kaybeder, iyiler kazanır(Jacob ve Grimm,1999: 14-19). Masaldan anlaşılacağı gibi ayna, olduğu gibi yansıtan bir nesnedir.Yalansızdır. Kendisine yansıyan kişi nasılsa onu öylece gösterir. Kişinin kendisini bilmesini, tanımasını ve keşfetmesini sağlayan aynanın bu özelliği, onu birçok toplumda önemli kılmıştır.

Aynanın tarihi ;

Ayna, sözlükte üzerine düşen ışıkları ve şekilleri yansıtan parlak bir nesne olarak ifade edilir (Doğan,1996: 91). Bu kelime Farsça âyîne’den gelmiştir. İlk önceleri cilalı demirden yapıldığı için âyen (demir)sözcüğüne binaen ayna denilmiştir (Şükün, 1984: 96). Arapçası, akseden görüntü anlamındaki mir’âttır(Mutçalı, 1995: 303).
Aynanın tarihine bakıldığında onun ilk olarak bundan sekiz bin yıl önce, Anadolu’da obsidyendenyapıldığı bilinmektedir. Anadolu’da asırlarca kullanılan obsidyen, volkanik patlamalar sonucu lavların soğumasıyla oluşan doğal camdır. Dünyanın en eski aynası, Çatal Höyük’te bulmuştur.

Bu ayna, MÖ 6000’li yıllara aittir. Onun özelliği, obsidyenin bir yüzeyinin parlatılarak yapılmasıdır. Mezopotamya’da ilk ayna MÖ 4000’lerde, Mısır’da ise MÖ 3000’lerde bakırın parlatılmasıyla elde edilmiştir. Obsidyen olmayıncabakır, bakır olmayınca ayna bronzun parlatılmasıyla yapılmıştır. Çinliler, MÖ 2000’lerde bronzu parlatarak aynayı elde etmişlerdir.

Bu madenlerin olmadığı zamanlarda da insanlar su dolu kapları veya parlatılmış katı taşları ayna olarak kullanmıştır. MS 1300’lerde metal boruların içine eritilmiş camlar konulmuş daha sonra bu camlar kurşun, kalay, cıva ve amalgam gibi maddelerle karıştırılarak önce tümsek sonra düz aynalar üretilmiştir. İlk düz camdan aynalar 1500’lü yıllarda İtalya’da Venedik’te yapılmıştır. Alman Kimyacı K. Von Liebig 1835’te gümüş ve aldehitlerle ilk aynayı yapmıştır. Bugün ise aynalar, camın yüzeyinin alüminyum veya gümüş vakumlar altında ısıtılıp buharlaştırılmasıyla ve ardından camın yüzeyinin kaplanmasıyla yapılmaktadır.

gilded bronze mirror with the three graces dc9ef4

Bazı Dinlerde Ayna

Ayna ister ilkel ister uygar olsun birçok toplumun inanç sisteminde önemli bir sembol olarak belirir.O, toplumlarda bazı geleneklerin oluşmasında önemli etkisi olan estetik bir nesne olarak ön plana çıkar. Belli bir kutsal kitabı ve inanç sistemi olmayan yazısız halklar olan ilkellerde ayna, ruha atıf yapan önemli birfenomendir. Bu bağlamda bazı ilkel kabilelerde insan ruhunun başta ayna, su veya kendi gölgesininyansımasında olduğu ile ilgili yaygın bir inanış vardır.

Örneğin Bengal Körfezi’nde yerli bir halk olan Andamanlılar, insanın ruhunun aynadaki yansımasında olduğunu düşünürler. Fijili yerlilere göre ise insanın bir koyu diğeri aydınlık iki ruhu vardır. Koyu olanı cehennemin aydınlık olanı ise su veya aynadakiyansımasıdır. Bu çerçevede Yeni Gineli yerli halk Motumotular, aynaya ilk defa baktıkları zaman kendi ruhlarını gördüklerini düşünürler (Frazer, 2004: 143).

Aynanın ruh çerçevesinde anlam kazanması Asya’da birçok ilkel kabilede görülmektedir. Örneğin Güneydoğu Asya’da bir halk olan Burmalılar arasındaki bir geleneğe göre, bir anne ölüp arkada bebeğini bıraktığında o bebeğin ruhu annesinin ruhunu takip eder. Bebeğin ruhu geri getirilmezse bebek ölür.Bebeğin ruhunu geri getirmek için bilge bir kadın bulunur.

Bu bilge, ölen annenin yanına bir ayna bırakır. O,aynanın üzerine tüylü ve hafif bir kumaş parçası koyar. Daha sonra bilge kadın kızgın bir yüz ifadesiyle annenin ruhuna bebeğin ruhunu yanında götürmesi için yalvarır. Bu esnada aynanın üzerindeki kumaş parçasının kaydığını görünce onu alıp bebeğin göğsü üzerine bırakır. Böylece bebeğin de ölmesi engellenmiş olur. Bu tören bazen geride kalan eşler bazen de iki çocuktan biri öldüğünde yapılır. (Frazer, 2004: 128).

Aynanın rolü, ruhun ölenle birlikte gitmesini engellemektir. Aynanın bu işlevi onun sadece mitoslarda değil ilkellerde de kurtarıcılık vasfıyla ön plana çıktığını göstermektedir.
Ayna, ilkel kabilelerde olduğu gibi belli bir uygarlık düzeyine sahip halkların inançlarında,geleneklerinde ve folklorunda da önemli bir yer tutar. Bu medeniyetlerde aynanın temel özellikleri genellikle koruyuculuk, gizemlilik ve estetiklik bağlamındadır.

in kültüründe ayna

Çin kültürü

Çin halk inancına göre aynalar koruyuculuk görevini görür. Özellikle yeni evlenen gelin yanında ayna taşımak zorundadır. Çünkü gelin,eline ayna aldığında artık kendisine hiçbir kötü ruh yaklaşamaz. Çinlilere göre özellikle pirinç aynalarabakmak, kişiyi hastalıklardan korur. Çin inanışına göre pirinç ayna; insanı histeriden, kötü ruhlardan veya şeytandan gelecek her türlü kötülükten uzak tutar. Çinlilere göre, kötü ruhlar bir eve girdiklerinde kendilerini pirinç aynada görürlerse korkup hemen oradan kaçarlar. Bu sebeple Çinliler evlerinde bulunan heykelciklerin üzerine pirinç ayna asar (Roberts, 2009: 15).

Çin mitoslarında önemli bir tanrıça olan yıldırım veya ışık tanrıçası Lei Gong, elinde sürekli ayna bulundurur. Onun fırtınalı günlerde bu ayna ile insanları rüzgâr veya yağmurun gönderdiği kötü ruhlardan koruduğuna inanılır. Çinlilere göre Lei Gong,yeryüzünde kuraklığın hüküm sürmemesi için sürekli dua eder (Roberts, 2009: 72).

Aynalar, Çin kültüründe koruyuculuk ve güvenirliği ifade ettiği kadar toplumsal statülere de vurgu yapan fenomenlerdir. Özellikle bronz ayna, eski Çin kültüründe sınıfsal farklılığı ortaya koyan bir semboldür. Bu kültür çerçevesinde mezarında bronz ayna bulunan insanlar üst tabakadan kabul edilirdi(Honey Church ve Amartuvshin, 2006: 265). Çin’de MÖ 300’lü yıllarda çember biçiminde bronz aynalar bulunurdu. Bu aynaların bir yüzü düz diğeri ise rölyeflerle süslüydü. Çinlilerin o dönemde bu aynaları büyü için kullandığı bilinmektedir (Turani, 2010: 301).

Ayna, önemli bir Çin inanç sistemi olan Konfüçyanizm’de başat bir figürdür. Konfüçyanizm’de evrenin yaratılışı Yin ve Yang prensibine dayanır. Bu ikisi, birbirini sürekli etkileyerek elementler,
elementlerin bir araya gelmesiyle de evren oluşmuştur. Yin; olumsuzluğu, pasifliği, dişiliği, geceyi ve ayı temsil eder. Yang; olumluluğu, aktifliği, erilliği, gündüzü ve güneşi sembolize eder (Güç, 2015: 445).

Çin düşüncesine göre Yin’i temsil eden ay, sudan; güneş ise ateşten oluşur. Aydaki çiy taneleri, Fang tchu adlıbir aynada toplanır. Bu ayna kare biçimindedir. Bu düşünceye göre güneşin ateşinden faydalanmak için de Yang- suei isimli bronz bir aynadan faydalanılır. Bu ayna ise yuvarlaktır ve daha çok ışık toplar. Dolayısıyla aynanın başta Konfüçyanizm olmak üzere Çin inanışlarında genellikle iyiyi ve olumluyu yansıtan güçleri ifade ettiği söylenebilir (Bonnefoy, 2000: 350).

Çin’de olduğu gibi Japonya’da da ayna, önemli bir dinsel sembolizmi ifade eder. Burada tanrılar veya insanlar silah, mücevher ve ayna gibi nesnelere sahiptir. Bunlardan özellikle ayna, sadece maddi bir şey değildir. O, tanrı veya insan ruhunu taşıyan bir semboldür. Eski Japon mezarlarında mücevher ve silahla birlikte aynanın olması da onun değerini ortaya koymaktadır. Ayrıca Japon imparatorlarının üç değerli sembolü vardır. Bunlar; Tama (mücevher), kılıç ve aynadır.

Ayna; Güneş Tanrıçası Amaterasu’nun Shintai’si(tanrı vücudu), kılıç ejderhanın, mücevher ise Büyük Ana’nın vücudunu temsil ederdi. Ayna,Amaterasu’nun yanında Şinto geleneğinde daha alt panteonda olan Ay Tanrısı Tsukiyomi’nin de sembolüdür. Ayın parlaklığı ve estetik oluşuna vurgu yapan ayna, Tsukiyomi’nin tanrısal vücudunun bir bölümüne atıf yapar (Aston, 1908: 466; Mackenzie, 1996: 279-303).

Japon kültürü

Mitolojik ögelerle harmanlanmış Japon inanışına göre Güneş Tanrıçası Amaterasu denizlere hükmeden kardeşi Susano-o ile bir kavga halindedir. Susano-o, babası İznagi’nin kendisine verdiği denizleri yönetme görevini iyi yapamaz. Ağlayıp sızlayarak Ölüler Diyarı’na annesinin yanına gider. O, ablasıAmaterasu ile fala bakarak kendisini haklı çıkarmaya çalışır. Şımarıkça hareketlerde bulunan Susano-o, Üst Dünya’dan kovularak yeryüzüne gönderilir ve yolda tarım ve yiyecek tanrısı Ogetsuhime’yi öldürür.

Ayrıca o, yeryüzünde sekiz başlı dev yılanını da öldürerek dünyayı büyük bir beladan kurtarır. Fakat Susano-o,zafer sarhoşluğu ve gururla çevresine zarar vermeye devam eder. Onun yaptıklarından korkan Amaterasu,kendini bir kayaya kapatır ve bu yüzden dünya karanlığa gömülür. Bunun üzerine sekiz yüz tanrı, bir arayagelerek Güneş Tanrıçası’nı gizlendiği yerden çıkarıp dünyayı aydınlatması için ayartmak ister. Bu yüzden
ona demirden bir ayna ve beş yüz mücevherden oluşan bir kolye yaptırırlar. Tanrılardan biri, mağaraya aynayı tutarak Amaterasu’nun ona bakmasını sağlar. Güneş Tanrıçası, kendisinin olduğunun farkında olmadan aynada gördüğü güzellik karşısında büyülenir.

Aynaya iyice yaklaştığı sırada tanrılardan biri elini tutup onu mağaradan çıkarır. Böylece Güneş Tanrıçası Amaterasu, tekrar dünyayı aydınlatmak üzere ikna edilmiş olur. Susano-o ise yaptıklarından dolayı ikinci defa dünyadan kovulur. Burada aynanın üstlendiği rol kurtarıcılıktır. Aynanın Japon Güneş Tanrıçasını sembolize etmesinin en önemli nedeni sağladığı bu işlevidir.

Bugün Japonya’nın en önemli Şinto tapınağı İse’de Amaterasu’ya tapınılır. Burada onunla özdeşleştirilen ve bir kutuya konulan sekiz el aynası bulundurulur. Bu çerçevede aynanın Şintoizm’de tanrıçayla ilişkilendirilen dişil bir öge olduğu söylenebilir (Akbay, 2014a: 125-127; Aston, 1908: 466;Mackenzie, 1996: 303-304; Akbay, 2014b: 76).

Japonya’da Japon Yamabushileri adı verilen dağlı çilekeş grupları vardır. Bunlar, yılın bazı dönemlerinde dağlara çıkarak dinsel güdülerden hareketle bedensel ve ruhsal bir takım hareketlerde
bulunurlar. Amaç, kötü ruhları veya cinleri kovma gibi bazı doğaüstü güçleri kazanmaktır. Bu yöntemin adı,Japonya’da mucizevi güçler edinme yolu anlamındaki Shugendo olarak bilinir. Shugendo, Japon inançlarıyla Budizm’in kaynaşması sonucu oluşmuştur.

Bu ezoterik yol, Japon sanatına yansımıştır. Japon halktiyatrolarında dağlı çilekeşler etkin rol almışlardır. Tiyatrolarda bu oyun için temsili Buda ve Bodhisattva resimleri, Bilim Kralları’nın heykelleri ve ayna bulundurulur. Özellikle arkasında Buda resminin asılı olduğu aynaların bulunması bu sanatın icra edilmesi için elzemdir. Bu çerçevede dağlı çilekeşler için ayna,Buda’nın aydınlığını ifade eden bir sembol olarak kıymetlidir (Bonnefoy, 2000: 147-152).
Hint alt kıtasında Hinduizm’e tepki olarak ortaya çıkan Budizm’de Buda, merkezi bir konumdadır.Bu bağlamda tarihsel süreçte Buda’nı şahsiyetiyle ilişkili bazı ikonlar veya nesneler ortaya çıkmıştır.Bunlardan biri aynadır. Bazı Ortodoks Budist tapınakları veya evlerinde Buda’nın yanına ayna konması
böylesi bir geleneğin ürünüdür. Buda heykellerinin yanında bronz ayna bulundurulması, onun
aydınlanmasına ilişkin bir vurgudur (Rhie, 2004: 146).

Tibet’te bilinen ilk inanç sistemine Bon adı verilir.Şamanizm’e benzeyen bu din, Budizm ile karşılaşınca bu ikisinin karışımından Lamacılık doğmuştur. Bu sistemin uygulayıcıları Lamalar’dır. Bunlar Tibet’te Sarı, Siyah ve Kırmızı Şapkalılar adları altında birbirlerinden ayrılmışlardır. Sarı Şapkalılar olarak bilinen grup, kötülüğü kovmak ve iyiliği çağırmak için farklı ayinlere başvurur. Bunların oldukça fazla kurban adakları vardır. Bu sunular arasında ekmek, şarap, çiçek, tütsü, parfüm, çan, su ve ayna bulunur. Dolayısıyla yansıtıcı olarak hem su hem de ayna bu grup için önemli bir adağı ifade eder. Ayrıca ayna, bu grubun mantralar okurken silah ve insan kemiğiyle birlikte
yanında bulundurduğu önemli bir semboldür (Crow, 2002: 170-173).

Yahudilikte ayna ;

Ayna Çin, Japon ve Hint inanç sitemlerinde olduğu kadar semitik dinlerde de önemli bir fenomen olarak ortaya çıkar. Özellikle ilk semavi din olan Yahudilik, bazı ritüllerinde aynaya yer verir. Örneğin Yahudilikte Şabat, haftalık dinlenme ve ibadet günüdür. Tevrat’a göre Tanrı, dünyayı altı günde yaratmış yedinci günde dinlenmiştir. Özellikle dindar Ortodoks Yahudiler, Şabat sırasında bazı eylemleri yasak olduğu için yapmazlar. Bunlardan bir tanesi de Talmud’ta geçen, saç kesmek için aynaya bakma eylemidir.Şabat’ta o gün kırpma, kesme gibi eylemler yasaklandığı için kişinin aynaya bakması da doğru bulunmamıştır. Yahudi din bilginleri el aynası ve duvar aynasına bakma konusunda ayrım yapmışlardır.

Onlar, Şabat’ı unutturacağı için el aynasına bakarak saç kesmeyi yasaklamıştır. Çünkü Talmud’a göre kişi,aynasını yere bırakıp makası getirene kadar bu kutsal günü unutabilir. Fakat duvar aynası sabit olduğu için kişinin oyalanıp Şabat’ı unutması söz konusu değildir. Bu çerçevede Talmud, Şabat boyunca sabit aynayabakmayı onaylarken diğer aynalara bakmayı yasaklamıştır (TheBabylonian Talmud, 1896: 335).

Ayna, Yahudilerin yas zamanlarında önemsedikleri önemli bir semboldür. Yahudi inanışına göre ölünün toprağa gömülmesinden sonra otuz günlük bir yas dönemi başlar. Bu uzun dönemin içinde özellikle ilk yedi gün önemlidir. Bu zaman zarfında ölü evinde sürekli bir mum yakılır. Yahudiler geçmişte olduğu gibi bugün de bu yedi günlük yas döneminde aynanın kullanımı yasaklamışlardır. Yahudi geleneğine göre ölü evinde aynanın üstü ya örtülmeli ya da ayna duvarda ters çevrilmelidir (Rabbinowicz, 2007: 519).

Çünkü ölü evinde aynanın karşısında dua okuyan kişi, yansımasını göreceği için dikkati dağılır. Böylece o hem Tanrı’ya hem de ölüye saygısızlık yapmış olur. Ayrıca makyaj yapılan aynanın dua esnasında orada bulunması yas döneminde hoş karşılanmaz. Aynaya bakmanın yasaklanması Yahudilerin ölüye saygılarının önemli bir ifadesidir (Rothkoff, 2007: 588).

Yahudilerin ölünün yanında ayna bulundurmama ya da onu örtme inanışı, aslında ilkel veya medeni birçok toplumda bilinen bir uygulamadır. Bu düşünce veya korku, öldükten sonra kişinin hem bedeninin hem de ruhunun ürkütücü olmasıyla ilişkilidir. Bu anlayışa göre kişi bir evde ölünce onun ruhu gömülene kadar oralarda dolaşır. Bu esnada yaşayan birisinin aynaya bakması ölen kişini ruhuyla temas etmesi anlamına gelir. Ölenin hayaleti her an yaşayanlarla iletişime geçebilir.

Özellikle ilkel kabilelerde rastlanan bu inanışa göre ruh, kişinin hayaletiyle karşılaşırsa hemen korkup kaçabilir. Buna göre bir insan, birinin ölümünden sonra kendisini aynada görürse kendisinin de öleceğini düşünür. Bu nedenle insanlar evdeki bütün aynaların üzerini bir kumaşla örtme gereği duyarlar. Bugün bile Almanya, İskoçya ve İngiltere gibi Avrupa halkları arasında ölünün bulunduğu evde aynaların veya yansıma sağlayan eşyaların üzerini beyaz bir örtüyle örtme geleneği vardır (Frazer, 2004: 145).

Yahudiliğin dışında İslam da ayna temasını kullanan bir dindir. Bu çerçevede İslam’ın ikinci kaynağı sayılan hadislerde, ayna hem kullanılması tavsiye edilen bir eşya hem de benzetme aracı olarak kullanılmıştır. “Mümin, müminin aynasıdır.” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 49; Tirmizî, “Birr”, 18.) hadisinde geçen ayna kavramı, Müslümanların birbirlerinin iyi veya kötü tarafını yansıttığı gerçeğini ifade etmek içinkullanılmıştır.

Dinimiz de ayna;

Benzer şekilde İslam kültüründe özellikle tasavvufta ayna, önemli bir ögedir. İbnü’l Arabî,Fusûsu’l- Hikem adlı eserinde birçok kez ayna motifini kullanmıştır. Örneğin Arabî, âlemi cilasız bir aynaya benzetmiştir. Ona göre kişi, aynada nefsini kendisine bakılan cismin yansıttığı biçimde görür. Aynada bakan orada kendisini ruhsuz, cansız ve derinliksiz olarak görür. Ayna kirli, bulanık veya kırık ise ona bakan kendisini o mahiyette görür. Arabî’ye göre yalnızca Allah, kendisini bu hariçteki aynalar gibi yüzeyde seyretmez. Onun açısından Hakk’ın âlem aynasına tecellisi, sonsuz manalarını yine hakikatinde âlem olarak seyretmesidir (İbnü’l Arabî, 2013: 25). Yine Arabî’ye göre yalnızca İnsan-ı Kâmil, Allah’ın tüm manalarına boy aynası olur. Yani Allah sadece İnsan-ı Kâmil, boy aynasında tam olarak kendisini seyreder (İbnü’l Arabî,2013: 151-162).

Tasavvuf kültüründe okyanus, deniz ve göl aynayı ifade eden önemli metaforlardır. Aynanın bizzat kendisi ise tasavvufta kişinin kendisini içinde fiziksel ve ruhsal olarak açıkça görebildiği dişil nesnedir. Kişi aynada kendisini, maşukunu ve sevdiklerini görür. Bu çerçevede Feridüddin Attar’ın Mantık Al- Tayr,“Kuşların Dili” adlı eseri ayna simgesinin odak olarak kullanıldığı tasavvufi bir metindir.

Buradaki hikâyeye göre binlerce kuş, hiçbir ülkenin padişahsız olamayacağı ilkesinden hareketle Simurg’un hükümdarları olması için uzun bir yolculuğa çıkarlar. Süleyman peygamberin postacısı olarak bilinen Hüdhüd’ün öncülüğünde birçok zorluğu aşarak sadece otuz kuş padişahları olan Simurg’a ulaşır. Aslında onların ulaştıkları şey aynadır. Burada sadece kendilerini görürler. Yolculuklarının kendilerini arayıştan öte bir şey olmadığının farkına varırlar. Burada Simurg, ayna metaforudur. Kişiye bizzat kendisini apaçık gösteren hakikattir (Attar, 2001: 175-177).

İslam’ın yaşandığı Müslüman kültürlerde ayna, insana güzelliğini gösteren ve kişinin kendisini seyretmekten zevk almasını sağlayan bir süs eşyası olarak görülür. Bu estetiği ve işlevselliği nedeniyle ayna İslam kültürünün yaşandığı başta Anadolu olmak üzere birçok coğrafyada çeşitli inanışlara konu olmuştur.
Örneğin Anadolu’da, ölen kişinin burnuna veya ağzına aynayı yaklaştırıp onun yaşayıp yaşamadığını öğrenmek böyle bir geleneğin ürünüdür. Buna göre ayna buğulandığında kişinin canlı olduğu anlaşılır(Pala, 2016: 57).

Hindistan Bombay’da yaşayan Müslümanlar arasında ise ayna olumsuzluğu imler. Bu kültürde ölmekte olan birinin odasındaki aynayı bir bezle örtme geleneği vardır. Onlar, ölü gömülünceye kadar bu bezi aynanın üzerinden kaldırmazlar. Hatta uyumadan önce yatak odalarında ayna varsa onu da
örterler. Benzer şekilde hastaların odalarındaki aynalar ya ters çevrilir ya da örtülür. Çünkü hastalık zamanında da ruh kolaylıkla uçabilir. Hasta kişi aynadaki yansımasını görürse ruhu aniden bedeninden fırlayabilir. İnanışa göre ayna, yansıma halinde kişinin ruhunu çekip alabilme özelliğine sahiptir (Frazer,2004: 145).

 

 

İlginizi Çekebilir

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir